
Duayen kayakçı Torun Taşdemir ile keyifli bir söyleşi
Duayen kayakçı Torun Taşdemir ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Müthiş bir yaşam felsefesiyle büyük üstad, kayak sporunun duayenlerinden, yaşayan efsane. Çok saygıdeğer hocamız büyüğümüz Torun Taşdemir ile geçtiğimiz günlerde bir vesileyle karşılaştık. Öylesine alçakgönüllü ki kendisi ile Kayaksever.com sitemizde yayınlamak üzere söyleşi yapmak istediğimi söyler söylemez kabul etti ve uygun bir zaman için randevulaştık.
Tanıdıkça hayran oluyorum yaptıklarına, enerjisine, bilgisine, kültürüne, yaşama bağlılığına. 68 yaşında olmasına rağmen kendisine çok iyi bakmış, hala kayak öğretmenliği yapıyor.
Her zamanki gibi son derece şık ve kibar. Büyük bir nezaketle karşılıyor beni. Kısa bir süre sohbet ettikten sonra söyleşimize başlıyoruz.
Hocam aktif olarak kayak öğretmenliği yapmaktasınız. Ben hayat hikayenizi sorarak başlamak istemiyorum söyleşimize. Çünkü benim için 70 yaşınıza iki kala bu enerjiyi nereden bulduğunuz çok önemli.
Hocam bu yaşta nereden buluyorsunuz bu enerjiyi?
Sağlığıma zarar veren şeylerden uzak durmaya çalıştım. Mesela sigara insan sağlığı için çok zararlı. Yaşamımda bir de hürriyetime ve özgürlüğüme çok düşkünüm, özgürlük çok başka bir şey. Sevdiğim dostlarımla arkadaşlarımla bir arada olmayı ve birlikte onlarla bir şeyler yapmayı çok severim. İnsanlarla sosyal ilişkiler içerisinde olmak beni zinde tutan faktörlerden. Her şeyin sadesi ve usturuplusu güzeldir. Yemenin, içmenin, arkadaşlığın, dostluğun, sevginin, sevgilinin, eşin. Aşırı olmamak lazım, önemli olan doğru doz neyse onu sağlamak lazım hayatta. Açıkçası enerjimin kaynağı bu hayat felsefem oldu her zaman.
Kayak sporuna nerede ve nasıl başladınız?
1964 yılında 12 yaşında Sarıkamış’ta başladım kayağa. Allah rahmet etsin ilk hocam rahmetli Mahmut Eroğlu idi. Elimde çanta her gün yürüyerek gidiyordum okula. Bir gün baktım kayakçılar bir şeyler yapıyor, çalışıyor. Koşarak hocanın yanına gittim, dedim ki hocam bende kayağa başlamak istiyorum. Bana dedi ki otur, oturdum, eğil, eğildim, aç göğsünü dedi açtım. Vücudumu iyice inceledi ve yarın kulübe gel kayaklarını vereceğim, temel eğitim kursuna katılacaksın dedi.
Ertesi gün kulübe gittim, hocam kayakları verdi ama eve getiremiyorum. Babamdan korkuyorum çünkü. Kalabalık bir aileydik, 8 kardeşiz biz. Düşer sakatlanırsam bana bir şey olursa babamın bunu karşılayacak durumu yoktu çünkü. Bende evdekilere çaktırmadan hayvan yemlerinin olduğu samanlığa sakladım kayakları. Okullar kapandı, sömestr tatili ile temel eğitim kampı başladı. Kayakları sakladığım yerden aldım evdekilere haber vermeden kamp yerine gittim. Babam evde olmadığımı görünce arkamdan kamp yerine gelmiş, Mahmut hocam babamla konuşup onu ikna etti. Böylelikle temel eğitim kampına katılabildim. Temel eğitimin sonunda bize harcırah verdiler, o zamana göre büyük paraydı. Parayı alır almaz doğru babama götürdüm hepsini verdim. Babam çok sevindi, baktı ki bu işte ışık var, o zamandan sonra engel olmadı. Babamdan izni de koparmış olduk bu sayede.
Kayak eğitim kampı sonrası yapılan yarışlarda ilk 3’e girdim ve takıma seçildim. Sonrasında Uludağ Kayak Merkezi’nde yapılan kayak yarışmalarına ve Türkiye Kayak Şampiyonası’na katıldım. O dönemler Sarıkamış’ta Dağcılık ve Kayak Kulübü vardı, o kulüp adına yarışırdım. Şimdilerde bu kulüp hala aktif midir, birileri ilgileniyor mudur tam bilmiyorum. Kayakta sporculuk dönemim 12 yıl kadar sürdü, 1976 yılına kadar aktif yarıştım.
Hocam aslında bundan sonraki sorumuz ailenizin kayak sporuna olan yaklaşımı nasıldı, onaylıyorlar mıydı sorusuydu, ancak siz cevabı vermiş oldunuz, annenizde babanızla aynı fikirde miydi, anneler biraz daha yufka yürekli olurlar çünkü.
Babamın yaklaşımı neyse annemin yaklaşımı da aynıydı. Başlangıçta o da hiç onaylamadı ve izin vermedi. Ancak ailemin izni noktasında zor günler bitmedi. Kamplara gideceğim sıralar ailem bu işin sıklığını ve yoğunluğunu görünce izin vermemekte direnç göstermeye devam etti. Ancak ısrarla kayak sporunu yapmaya devam ettim. Kayak sporuna başlamam ve devam süreci hiç kolay olmadı benim için.
Kayak sporuna başladığınız dönemlerde idolünüz yada örnek aldığınız birileri var mıydı?
Tabi o dönem hem sporcu olarak hem antrenör olarak örnek aldığım birçok insan oldu. Ancak beni kayağa başlatan Mahmut Eroğlu hocam Allah rahmet etsin, kişiliği ile duruşu ile her daim örnek aldığım insan oldu.
O dönemlerde tüm hocalar çok sertti, insan psikolojisi ve sporcu psikolojisi noktasında bilgili değillerdi. Sporcuların psikolojisini bu davranışları ile çok bozarlardı. Hocalar sert davranarak belki de sporcuları motive ettiklerini düşünüyorlardı. Ancak sporcular açısından tamamen yıpratıcı bir yaklaşımdı bu. Hocaların sert davranışlarına dayanabilen kayağa devam edebiliyordu. Kamplarda çok sporcu olurdu. Mesela kampa 50 kişi başlardık, hem o kış soğuğuna hem de hocaların sert davranışlarına dayanabilenler devam eder diğerleri elenirdi.
Sporculuk sonrası kayak yaşantınız nasıl devam etti?
O dönemler direkt kayak öğretmenliği kursu açılırdı, şimdiki gibi şartlar yoktu. Milli sporcular direkt kayak öğretmeni olabiliyordu, milli olmayanlarda yardımcı öğretmen kurslarına katılabiliyordu. Ancak yardımcı öğretmenlerde kayak eğitimi verebiliyordu. Kimse de çıkıp sen ders veremezsin demezdi. Yardımcı öğretmenler tekrar kursa katılarak kayak öğretmeni olabiliyordu. Sporculuk dönemim sonrasında kayak öğretmenliğini meslek edindim, bu mesleğime sıkı sıkı tutundum. 1987 yılında Bursa’ya taşındım ve Uludağ Kayak Merkezi’nde kayak öğretmenliği yapmaya başladım.
Hocam o dönemler yani yaklaşık 50 yıl öncesi kayak sporunu yapmak nasıldı?
O dönemler gerçekten çok zordu. İlk başta kayak malzemesi eksikleri, giyim kuşam eksikleri çok fazlaydı yada hiç yoktu. Yarışmalar için şehirler arası ulaşım çok zordu.
Nasıl Torun Taşdemir oldunuz? Kayak camiasında büyük küçük herkes size çok saygı duyuyor, tanınan ve sevilen birisiniz, bunun sırrı nedir?
Şöyle söyleyeyim, insan hangi mevkilere yükselirse yükselsin, ne kadar büyürse büyüsün mütevazi olmak kadar güzel hiçbir şey yoktur. Hayatımın her evresinde mütevazi olmaya çalıştım. Bahsettiğiniz durum büyük ölçüde mütevaziliğimden oldu. İnsan ilişkilerimi her zaman üst seviyede tutmaya çalıştım. Bir insana bir şey söyleyecekseniz arkasının ne olacağını düşünmeden direkt söylemeniz doğru olmaz. Onun psikolojisini bozmadan, onu incitmeden, kırmadan uygun bir dille söylerseniz en doğrusu olur. Karşı tarafınızda bulunan kişi de bunun kendi yararına destek olmak amacıyla söylediğinizi anlar. Terbiyeli olmak, adap ve edep kuralları çerçevesinde kalmak, düzgün insan olmak, saygılı insan olmak. Atatürk ne demiş “Ben sporcunun zeki çevik aynı zamanda ahlaklısını severim” bunlar benim çok önem verdiğim ve yaşam felsefeme adapte etmeye çalıştığım kıymetli değerler. Yolumuz buydu bizim.
Oğullarınız Atınç Taşdemir ve Tunç Taşdemir, hatta çevrenizdeki birçok kişi için öncü ve yol gösterici oldunuz. Atınç Taşdemir ve Tunç Taşdemir tıpkı sizin gibi kayak camiası tarafından bilinen, tanınan ve sevilen başarılı simalar oldular. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Ben kayak sporunun çekirdeğinden geldim, alaylıyım. Çocuklarımın hem sportif hem de akademik anlamda yetişmeleri için çok mücadele ettim. Her ikisini birlikte yürütmelerini çok istedim. Çocuklarımda hakikaten çok başarılı oldular, her ikisi de birçok uluslararası yarışmada ülkemizi başarıyla temsil ettiler. Her ikisi de hem akademik ve sportif başarılarının yanı sıra bilinçli ve düzgün duruşlu evlatlar oldular.
Özellikle çocuklarınızı bu spora başlatırken hangi idealleriniz vardı? Geçmişe baktığınızda ideallerinizi gerçekleştirebildiğinizi düşünüyor musunuz?
Ben kayaklara iki sihirli tahta diyorum. Kayağa başladığımda tahta kayaklarla kayıyordum. Benim için bu iki sihirli tahta çok önemli. Bu iki sihirli tahta benim ufkumu açtı, dünya görüşümü değiştirdi ve yaşamımda bana çok destek oldu. Bu iki sihirli tahtayla tanışınca insan ilişkileri nasıl olur, nasıl hitap edilir gibi birçok sosyal yaşam gerekliliklerini öğrendim. Çocuklarımı da kayak sporuna başlatırken bu iki sihirli tahtadan edindiğim kazanımları düşündüm. Her zaman çocuklarım için en iyisini istedim.
Çocuklarımda benim gibi Sarıkamış’ta başladılar kayağa. Çocuklara evden sucuk ekmek yaptırırdım, birlikte gider kayak yapardık. Kayağa başladıklarında Atınç 8 Tunç ise 4 yaşındaydı. Atınç zaten kayıyordu, Tunç ise 6 yaşında paralel kaymaya başladı. Atınç ilk kampı sonrasında Uludağ Çocuk Kupasına katıldı. Her ikisi de çok yetenekliydi. Çocuklarımı gelişim süreçlerinde ve yarışmalarda takip ederdim hep. Eksik malzemeleri varsa gerekirse cebimden karşılardım. Haksızlığa uğramamaları ve düzgün bir psikoloji ile yarışmalara girmeleri için gereken neyse yapardım.
Geçmişe baktığımda ideallerimin hepsini gerçekleştirdim diyebilirim. Benim için ille de çok başarılı sporcular olsunlar diye durum yoktu. O iki sihirli tahtadan edindiğim kazanımların onlara da yansıması için mücadele ettim. Çocuklarımı da bu hayatın içine taşırsam, biliyorsunuz ki spor yapan insanların kötü alışkanlıkları az olur, kötü alışkanlıklardan uzak dururlar diye düşündüm. Onlarda sağ olsunlar düzgün duruşlu, terbiyeli ve ahlaklı insanlar olarak yetiştiler.
Hocam 2018 yılında oğlunuz Tunç Taşdemir’inde yer aldığı senkronize takımımız ülkemizi Amerika’da temsil etti. Bir çok kez siz de senkronize takımında yer aldınız ve ülkemizi uluslararası organizasyonlarda temsil ettiniz? O dönemler hakkında neler söylersiniz?
Senkronize aslında çok zor bir spor dalı. 8 tane ayrı kafa aynı uyum içerisinde senkronize olmak durumundalar. O dönem mesela Amerika’ya gideceğiz, bize bu hayal gibi rüya gibi gelirdi. Amerika’ya ben 5 kez gittim senkronize yarışmalar için. İlk senkronize yarışması için takım halinde İsveç’e gittik. İsveç çok iyi geçmedi ama Amerika muhteşemdi. Organizasyon vs her şey çok kaliteliydi.
Senkronize yarışmalar için Vail Ski Resort’a 3 kez, Aspen Ski Mountain Resort’a 2 kez gittik. Sonrasında da Kanada Whistler Ski Resort’ta yapılan yarışmalara katıldık. Açıkçası senkronize dalını çok benimsemiştik. Farklı ülkelerle, farklı kültürlerle iç içe birlikte yarışmak çok keyifliydi. Yarışmalar zaten bir festival bir şölen havasında gerçekleşiyordu. O dönemler iletişim araçları bu kadar yaygın ve çeşitli değildi. Yine de gazetelerde haberler çıkıyordu ve televizyon programlarına davetler alıyorduk.
Ancak oğlum Tunç’un da yer aldığı son senkronize kayak yarışması organizasyonu çok daha ciddiydi. Hem işadamları hem de Türkiye Kayak Federasyonu bu organizasyon için çok destek oldular. Milyonlarca lira harcasanız başaramayacağınız müthiş bir reklam gücü ortaya çıktı. Neredeyse bir kış sezonu yazılı ve görsel medya ile sosyal mecralarda çıkan haberler kayak sporunun tanıtılmasına çok katkı sağladı. Ülkemizde kayak sporunun yaygınlaşması ve adının daha sık duyulması için son derece başarılı oldular. Emeği geçen herkesi, destek sağlayan işadamlarını ve Türkiye Kayak Federasyonu’nu gönülden tebrik ediyorum.
Bugün hala severek icra ettiğiniz kayak öğretmenliğinin bugünü ve gelecekteki durumu hakkında düşünceleriniz?
Öncelikle tüm meslektaşlarıma kazasız belasız, güzel ve bol karlı bir sezon diliyorum. Hepsine buradan selamlarımı iletiyorum. Kayak öğretmenliği mesleğinin geleceği hakkında çok üzülüyorum. Bu meslek şu anda disipline edilemezse, bu konuda yapılacaklar iyi organize edilmezse bitme noktasına geldi. Türkiye Kayak Federasyonu ile Kayak Öğretmenleri Derneği’nin yönetmelik üzerinde birlikte çalışmalarının elzem olduğunu düşünüyorum.
Kendi sporcularına bir gelecek sağlayamayan bir durumdayız. Geçmiş ve şimdiki nesil sporcularının ortak amacı şöyle. İyi bir sporcu olacağım, milli takıma gireceğim ve sporu bıraktıktan sonra kayak öğretmeni olacağım. O çocuklardan hakikaten kayak öğretmenliği mesleğine gönül verenlerde olmalı, ben elit sporcular yetiştireceğim diyenlerde. Federasyon o çocukları zayi etmemeli, ellerinden tutmalı, yazıktır günahtır.
Yurt dışında uluslararası yarışmalarda ilk 30’a giren elit ve seçkin sporcular sporculuk yaşamları sonrasında elit seviyede yarış odaklı kayak eğitimi verirler. Türkiye Kayak Federasyonu elit sporculuk geçmişi olanlardan bir eğitmen ekibi oluşturup yarış odaklı kayak okulları açabilir. Tabi bu kişilerin üniversite eğitim süreçlerini tamamlamış olmaları da gerekiyor. Bu sayede elit ve seçkin sporculara bir ekmek kapısı açılmış olur, federasyon bu kişilerden maksimum düzeyde istifade etmeye devam eder. O çocuklarda bilgi ve tecrübelerini yarış okullarında yeni nesillere aktarmış olur. Bu çok keyifli ve muhteşem olurdu diye düşünüyorum.
Kimsenin önü kesilmemeli ve hakkı yenmemeli. Kayak öğretmenliği sınav kurulu elit ve seçkin seviyede sporculuk geçmişi olanlardan oluşmalı ve değerlendirmelerini hakkaniyetle yapmalı. Kayak noktasında herkesin durumu sahada ortaya çıkar. Bir örnek vereyim, Tunç Aspen’de yapılan organizasyonda ferdi yarışmalara katıldı ve çok başarılı oldu, madalya kazandı. Oradaki insanlar bu başarısını görüp takdir etti. Bu iş öyle değilmiş, ben de kayıyorum o da aynı kayıyor ama bu işin yarışma boyutu sahada bir başkaymış dediler. Tunç uzun yıllardır yarışmıyor, ancak elit bir sporculuk geçmişi oldu. Diyeceğim masada değil sahada neler yapabildiğiniz çok önemli.
Bu işin eğitim ve yarış boyutu çok farklı. Bu iki farklı yoldan hangisi seçilirse seçilsin, her halükârda elit ve seçkin sporculuk geçmişi olan kişiler kayak öğretmeni yada kayak antrenörü olmalı.
Bu kadar severek yaptığınız kayak sporundan uzaklaşmanıza sebep olacak ya da keşke yapmasaydım dedirtecek şeyler yaşadınız mı?
Üzüldüklerim, keşke böyle olmasaydı dediğim anlar oldu tabi. Kabul edemediğim haksızlıklar yaşadım mesela. 1976 Olimpiyatlarına gitme hakkım vardı, beni götürmediler. Olimpiyatlar öncesinde yapılan her kampta seçme yarışmalar yapılıyordu, bende gayet başarılıydım. Olimpiyat takımı kriterlerini başarılarımla sağlıyordum çünkü. Gidemedik, takımda yer alamadık velhasıl.
Takım olimpiyattan döndükten sonra Balkan Şampiyonası için yapılan seçmelerde 1. oldum.
O zamanın Federasyon Başkanı İsmet Ülker’de itiraf etti “senin hakkındı gitmek, olimpiyat öncesi yazdan isimleri verdik, sonrasında geriye dönüp değişiklik de yapamadık” diye bana açıklama yaptı. Tabi o dönem yapılanlar gizli oluyor bize de söyleyemiyorlar bunu. Üzüntüm bunlar oldu, keşke böyle olmasaydı, hakkım yenmeseydi diyorum. Her sporcunun hayali olan olimpiyatlara hakkettiğim halde gidememek hoş bir şey değildi.
Üzüldüğüm başka bir detay daha var. Olimpiyat sonrası Balkan Şampiyonasına gidecektik ve takımın 1 numaralı sporcusu bendim. Yarışma için devletten ödenek çıkmadı, orada da bir haksızlığa uğradık. Kayak yaşamımda en çok üzüldüklerim bunlardı.
Hiç şüphesiz birçok güzel anı ile bugünlere geldiniz, hiç unutamadığınız bir anınız?
Ben Sarıkamış’ta doğdum büyüdüm, Sarıkamış kültürü aldım ve kayağa da orada başladım. Bursa’ya yerleştikten sonra Sarıkamış’lı olup Uludağ Kayak Merkezi’nde kayak öğretmenliği yapan 40 kişilik bir arkadaş grubumuzla organize olduk ve Sarıkamış’a gittik. Bu vesileyle yaşayan arkadaşlarıma sağlıklı ömürler dilerim, vefat edenlere Allah rahmet etsin. Sarıkamış’a hep birlikte gittik, cebimizden paralar harcayarak çok büyük bir şölen yaptık.
Hiç unutamadığım en iyi anılarımdan bir tanesi budur. Arkadaşlarla Sarıkamış’a dönüp bir meşale yakıp ışık tutmayı arzu ettik. Yaktığımız o meşale ile ışık yerine ulaştı. Sarıkamış’ta şehrin içinde davullu zurnalı çok güzel bir şölen düzenledik. Meşaleli kayak gösterisi yaptık. Halk izledi, o dönemin Turizm Bakanı İlhan Aküzüm, siyasiler ve bürokratlar geldi. Muhteşemdi, arkadaşlarımla birlik olup harika bir iş çıkarmıştık. Hepimiz çok mutluyduk, çok gururluyduk o gün.
Diğer anılarım da çok güzeldi, güldük eğlendik geçtik ama Sarıkamış’ta yaptığımız şölen ve oraya kazandırdığımız tesis anılarım arasında en başta yer alır.
Sarıkamış’ta kayak sporunun yaygınlaşması için büyük emekler verdiniz, bu konuda neler söylemek istersiniz?
Benim Sarıkamış’la ilgili ideallerim vardı. Sporculuk sonrası Beden Terbiyesi’ne müracaat ettim kadrolu antrenörlük için. Sporcu yetiştirmeyi çok istiyordum. İstenen evrakları hazırladıktan sonra Ankara’ya gittim. Partinin adını vermeyeyim şimdi, iktidarda olan partiden yazı getirdin mi diye sordular oradaki yetkililer. Ben de cevaben hayır getirmedim dedim, dolayısıyla antrenör olup sporcu yetiştirme hayalim bu şekilde sona erdi.
Sarıkamış’a tekrar geri döndüm ve 1979 yılından sonra kayak öğretmenliği yapmaya başladım. O dönem öğretmenlik belgesi alan herkesin belgesi, Türkiye Kayak Federasyonu tarafından yolsuzluk vs nedenlerle iptal edildi. Sonrasında herkes federasyonun açtığı kurslara tekrar katıldı. Federasyon milli olan sporculara bende dahil olmak üzere kolaylıklar sağladı, bende tekrar kayak öğretmenliği belgesini alarak Uludağ Kayak Merkezi’nde kayak öğretmenliğine devam ettim.
Sarıkamış’a o dönem kurulan kayak tesisini başından sonuna destekleyip taşıyan insanlardanım. Kimse bilmez, A kişisi yapmış B kişisi emek vermiş. Bunu hatırlayabilecek tek kişi şu an eski Turizm Bakanı İlhan Aküzüm.
Sarıkamış’ta bir kayak tesisi yapılması için tam 4 yıl mücadele ettik, en son belediye el attı işe. Allah rahmet etsin rahmetli Turgut Özal, Allah selametlik versin o dönemin Turizm Bakanı İlhan Aküzüm, Belediye Başkanı Cavit Arbak ve Kayak Öğretmenleri Dernek Başkanı Erkan Burma ile birlikte çalıştık ve büyük bir mücadele verdik.
Sarıkamış’a her gittiğimde kendi kendime diyorum ki bu tesislerin yapılmasında benim de emeğim tuzum var. Bu tesislerin yapılması beni çok mutlu etmişti, bu tesislerin yapılmasıyla vicdanen de çok rahat ettiğimi söyleyebilirim.
Şok olup çok şaşırdığınız anlardan hangisi ilk aklınıza geliyor?
Sedat Simavi ve ailesine 4 yıl özel ders verdim. Ben Sarıkamış kültürü almışım, bu insanlar ailece imparator. Beni hiç yadırgamadılar. Onlarla öyle olduk ki, birlikte oturup birlikte yemek yiyoruz ve beraber hareket ediyoruz.
Hiç unutmam bir gün beni kendi evine akşam yemeğine davet etti. Çok naif ve harika insanlardı. Bursa’dan İstanbul’a davete gidebilmem için şoförlü özel araç göndermişti. Evlerine ulaştığımda yemek masası düzeni farklıydı, misafir olan başka bir beyefendi ve hanımefendi de vardı. Masanın tam ortasına beni, misafirler ve kendileri kenar köşelere oturmuştu. Merak edip bunun nedenini sordum. Konuşurken kafamı çok sağa sola çevirmek ve sesimi duyurmak zorunda kalmayayım diye böyle bir şey yaptıklarını söylediler. Bana duydukları saygı karşısında çok şaşırmıştım. Gerçekten çok kaliteli insanlardı. Her yeni yılda bana Hürriyet gazetesinden koca bir hediye paketi gelirdi. Bu anımı hiç unutmam ve zaman zaman sohbetlerde anlatır yad ederim.
Kayak öğretmenlerine, antrenörlere ve genç sporcularımıza neler tavsiye edersiniz?
Neler tavsiye etmem ki, en önemli olanlarını söyleyeyim. Esas olan şudur, her zaman ahlaklı her zaman disiplinli her zaman profesyonel düşünen insanlar olsunlar. İnsanları kıskanarak, dışlayarak başarılı olmaları ve bir yerlere ulaşmaları mümkün değildir. Senden güçlü olabilir, senden yetenekli olabilir. Sende olmayanı ondan nasıl öğrenirim kendimi nasıl geliştiririm diyerek mücadele edip onunla birlikte yürümek kadar güzel hiç bir şey yoktur. O çok yetenekli diye sende çok yetenekli olmak zorunda değilsin. İyi mücadele edersen, çok çalışırsan ona göre eksiklerini giderir, o yetenekli insanla eşdeğer paralellikte yürürsün. Ben camiamızda olan tüm tarafların her zaman ahlaklı, çalışkan, disiplinli olmalarını arzu ederim. Kayak öğretmenlerine, antrenörlere ve sporcularımıza bunları tavsiye ederim.
Hocam son olarak neler söylemek istersiniz?
Yiğidi öldür hakkını yeme! Üzerimdeki hakkını unutamayacağım insanlardan biride Doğan Kırbaç’tır. Kayak öğretmenliğimin ilk dönemlerinde henüz emekliyorken Allah sağlık sıhhat ve uzun ömürler versin abim hocam Doğan Kırbaç birçok konuda öğretici ve yol gösterici olmuştur.
Çok zor ve meşakkatli günlerim oldu, o zorlukları yene yene dayana dayana bugünlere geldim. O iki sihirli tahta demek ki bunları bana nasip edecekmiş. Para ile satın alınamayacak bir çok güzellik yaşadım. O iki sihirli tahtanın bana vermiş olduğu fırsatlar, şanslar bir de Sarıkamış’a kurulan o tesis.
Bu kadar yaşanmış günlere rağmen hiçbir şey beni şımartmadı ve kendimi kaptırmadım. Duruşumu ve çizgimi her daim korumaya gayret ettim. Sebebini söyleyeyim mi? sebebi çocuklarım. Ben onlara kötü bir referans bırakmak istemedim. Senin baban şöyleydi, senin baban böyleydi dedirtmem. Referans çok önemli bir şeydir, güven çok önemli bir şeydir. Güven ruh gibidir, insandan çıktıktan sonra bir daha geri dönmez. İnsan güvenini kaybettin mi bittin demektir. Bunları kaybetmedim ben. Yanlış yapmamaya çok dikkat ettim.
O iki sihirli 2 tahta insanı bir yerden hiç ummadığı yerlere de götürebilir, yada bir yerden alır bir yere gömer. Oğullarımla zaman zaman oturur sohbet ederdim, bakın oğlum ben buraya kadar getirdim, sizde daha ileriye götürün sakın geriye gitmeyin diye nasihat ederdim. Hayran hayran bakarlardı babam ne diyor diye. Tunç Avusturya’ya yerleşti, orada yaşıyor. Hem Atınç hem Tunç çok iyi aile babası ve çok iyi birer işletmeci ve işadamları oldular. Kızım Birsen de iyi bir kayakçıydı, ancak Atınç ve Tunç’un aksine kayak sporunu devam ettirmeyi tercih etmedi.
Vakit ayırıp bu keyifli söyleşiyi bizimle birlikte gerçekleştirdiğiniz için çok teşekkür ederiz.